30 Ocak 2016 Cumartesi

Karşınızda Samsung Galaxy S7

Galaksinin en büyük amiral gemilerinden birisi olan S6'nın yeni modeli S7 ile karşınızdayız.
Galaxy S7  5.1 inç 2K ekranı ile piyasaya giriyor en dikkat çekici özellikleri ise Exynos 8890 ve Snapdragon 820 çipsetlerine sahip iki model ile geliyor

4gb ram barındıracağı söylenmekte ayrıca 12 MP BRITECELL teknolojisi kullanan bir kameraya sahip olacak olan S7  kamera kalitesi olarak çok iyi bir iş çıkartacak gibi görünüyor
Ülkemize Exynos 8890 işlemci ile gelmesi düşünülüyor.
İşlemcinin performans testi şu şekilde :

Uygun Fiyatlı Lcd TV

                                                            AXEN 32" LCD

Uygun fiyatlı lcd televizyon arıyorsanız eğer tam konusuna geldiniz
Piyasa araştırması yaptığımda Fiyat/Performans olarak çok fazla beklentiniz yok ise Axen marka Lcd tv tavsiye ederim ürünün 32" ekran boyutu ve Hd Ready Dled, 50 Hz özellikleri sayesinde giriş seviyesi olarak yeterlidir.Ürünün fiyatı 550 Tl - 600 Tl arasıdır.

Cihazın teknik özelliklerine gelirsek:

-Servis Hizmeti: Sunny

-Ekran Ebadı: 32"/82 Ekran

-Ekran formatı: 16:9

-Ekran Çözünürlüğü: 1366x768

-Konstrast Oranı: Mega Konstrast

-Görüntü Yenileme Hızı: 50 Hz

-Hdmi: 2x

-Usb: 1x

-Scart: Var

-Av Girişi: Var

-Ses Çıkışı: 10w ( 5w+5w)

Diğer Özellikler:

Kontrast Ayarlayıcı , Ekran Oran Düzeltme, AV Modu, Kablolu Yayınlara Uyum, Otomatik Kanal Bulma(PLL), Bir Önceki Programa Tek Tuşla Geçebilme, Zaman Ayarlı Kapanma, Otomatik Arama / Programlama, Program (Kanal) Ayarı (Ekleme / Çıkarma), Program (Kanal) Etiketleme (İsim Değiştirme), Favori Kanal Ekleme / Çıkarma, Otomatik / Manuel Saat, Digital Görüntü Önleyici , Resim Seçim Modu, Dinamik Renk Arttırımı, Yayın Bittiğinde Otomatik Kapanma, İsim Verme, Piano Black Kasa





Kolpaçino 3.Devre

İlk iki serisi ile gülmekten kırıp geçirten Kolpaçino serisi 3.Devre ile devam ediyor.

Özgür (Şafak Sezer), Sabri'nin (Aydemir Akbaş) ihanetinden sonra karısı Cemile'den 
ayrılmıştır. Özgür, oturduğu villayı eskiden olduğu gibi filmcilere kiraya vermekte ve oradan gelen para ile geçinmektedir. Bir tartışma esnasında "Başkan" lakaplı mafya babasının (Erkan Petekkaya); adamlarından birinin telefonu Özgür'ün telefonuyla karışır. Özgür, kendi villasının kirasını beklerken zarfta yirmi adet bir milyon dolarlık banknot olduğunu fark eder ve paraların üstüne yatıp kaçış planları yapmaya başlar. Fakat Başkan, bunu Özgür ve arkadaşlarının yanına bırakmamaya kararlıdır.



Oyuncu Kadrosu:  Şafak Sezer ,Erkan Petekkaya, Aydemir Akbaş,Ebubekir Öztürk ,Volkan Başaran ,Serkan Şengül ,Ali Çatalbaş, Burak Öncü Ömer Kurt Kubilay Penbeklioğlu Mustafa Mert Koç Tuğba Melis Türk


Fragman: 

Şeytan Tüyü

Yönetmenliğini Murat Şenoyun  yaptığı 18 Mart'ta vizyona girecek olan Şeyan Tüyü filminin hiyakesi şöyle efenim:
Metin (Mustafa Üstündağ) aracılık yaptığı kızları semtin ağır abisi kürdo'ya mecburen devredip emekliye ayrılır.
Eski hayatına perde çekme ve platonik aşkı Neşe ile yeni bir hayat kurma hayali,komiser Asım'ın bir akşa evini basıp onu sorgu için karakola götürmesiyle suya düşer.
Sermyelerinden Aynur hunharca öldürülmüş ve Metin baş şüphelidir. Metin her ne kadar kızları Kürdo'ya devrettiğini söyleyip suçsuz olduğunu idda etse de bir türlü Asım Komiser'i ikna edemez.
Metin kurtulmak için polise ve Kürdo'ya yakalanmadan önce gerçek katili bulmalı ve suçsuzluğunu kanıtlamalıdır. Yalnız bu okadar kolay olmayacaktır.
Bizleri çok eğlenceli bir film bekliyor desek yeridir.

OYUNCU KADROSU:

Mustafa Üstündağ Güven Kıraç Şükran Ovalı Beyti Engin Erdal Tosun Derya Karadaş Ayşe Melike Çerçi Tuğrul Tülek Muhittin Korkmaz Selen Uçer İrem kahyaoğlu Sait Seçkin Murat Serezli ve Haldun Dormen

Resmi İnternet Sitesi : www.seytantuyu.com.tr

FRAGMAN:


Bilgisayar Monitörünü Tv'ye Çevirme

HDMİ özelliğe sahip bilgisayar monitörünü televizyona çevirmek için bize gerekli olan 2 şey var.

1- Ses çıkışı özelliği olan uydu alıcı

2- Stereo usb hoparlör

Öncelikle uydu alıcımızı monitörün hdmi girişine bağlıyoruz daha sonra uydu alıcının ses çıkışına
hoparlör kablosunu takıyoruz. Hoparlör için gerekli olan elektriği eğer varsa uydu alıcının usb girişine yoksa telefon şarj cihazını bile kullanabilirsiniz.
Monitöre görüntü gelmemesi durumunda uydu alıcının ayarlarından ekran çözünürlüğünü 720p ve altına düşürünüz.
Vga monitörü Tv'ye çevirmek çok masraflıdır bu yüzden tavsiye etmem.



28 Ocak 2016 Perşembe

Çernobil Reaktör Kazası

                                       Çernobil Reaktör Kazası
Çernobil Reaktör Kazası, bir deney sırasında meydana gelen 20. yüzyılın ilk büyük nükleer kazasıdırUkrayna'nın Kiev iline bağlı Çernobil kentindeki Nükleer Güç Reaktörünün 4. ünitesinde 26 Nisan 1986 günü erken saatlerde meydana gelen nükleer kaza sonrasında atmosfere büyük miktarda fisyon ürünleri salındığı 30 Nisan 1986 günü tüm dünya tarafından öğrenildi.
Kazanın Sebebi :
1986’da Ukrayna’daki (O dönemde SSCB’nin bir parçasıydı) Kiev’in 140 km kuzeyinde bulunan Çernobil Nükleer Santralı’nda gerçekleşen kaza, her biri 1.000 Megawatt (MW) gücünde olan dört reaktörün hatalı tasarımının yanı sıra reaktörlerden birinde deney yapmak için güvenlik sisteminin devre dışı bırakılıp peşpeşe hatalar meydana gelmesi nedeniyle oldu.
Deneyin yapılacağı 25 Nisan 1986 günü önce reaktörün gücü yarıya düşürüldü, ardından da acil soğutma sistemi ile deney sırasında reaktörün kapanmasını önlemek için tehlike anında çalışmaya başlayan güvenlik sistemi devre dışı bırakıldı. 26 Nisan günü saat 00:23’ü biraz geçe teknisyenler deneyin son hazırlıklarını tamamlamak üzere ek su pompalarını çalıştırdılar. Bunun sonucunda gücünün yüzde 7’siyle çalışmakta olan reaktörde buhar basıncı düştü ve buhar ayırma tamburlarındaki su düzeyi güvenlik sınırının altına indi. Normal olarak bu durumda reaktörün güvenlik sistemine ulaşması gereken sinyaller de teknisyenler tarafından engellendi. Su düzeyini yükseltmek için buhar sistemine koşulların oluştuğuna karar verildi. Büyük patlama ise saat 01:23 meydana geldi.
Deneyin amacı; reaktörün çalışması aniden durdurulduğunda buhar türbinlerinin daha ne kadar süreyle çalışmayı sürdüreceğini ve böylece ne kadar süre acil güvenlik sistemine güç sağlayabileceğini öğrenmekti. Geriye kalan öteki acil güvenlik sinyali bağlantılarını da kestikten sonra türbinlere giden buhar akışı durduruldu. Bunun sonucunda dolaşım pompaları ve reaktörün soğutma sistemi yavaşladı. Yakıt kanallarında ani bir ısı yükselmesi görüldü ve yapısal özellikleri nedeniyle reaktör tümüyle denetimden çıkmış oldu. Tehlikeyi fark eden teknisyenler, reaktörün durdurulmasını sağlamak amacıyla bütün denetim çubuklarını derhal sisteme sokmaya karar verdiler; ama aşırı derecede ısınmış bulunan reaktörlerde saat 01:26’te, yani deneye başlanmasından bir dakika sonra iki patlama oldu. Bu patlamanın ayrıntıları tam olarak bilinmemekle birlikte denetim dışı bir çekirdek tepkimesinin gerçekleşmiş olduğu anlaşılmaktadır. Üç saniye içinde reaktörün gücü %7’den %50’ye fırladı. Yakıt parçacıklarının soğutma suyuyla karşılaşması, suyun bir anda buhara dönüşmesine yol açtı. Oluşan aşırı buhar basıncı reaktörün ve santral binasının tepesini uçurdu. Reaktördeki zirkonyum ve grafitin yüksek sıcaklıktaki buharla karşılaşması sonucu oluşan hidrojen yanarak bütün santralı alevler içinde bıraktı.
26 Nisan 1986 saat 01.23’te 4 numaralı reaktör çekirdeğinde patlamalara neden olan katastrofik güç artışı yaşadı. Bu patlamalar, atmosfere çok miktarda radyoaktif yakıtın ve hammaddenin yayılmasına ve kolayca tutuşabilen grafit moderatörünün tutuşmasına neden oldu. Reaktör herhangi bir sağlam muhafaza kazanı ile kaplanmadığı için yanan grafite moderatörü dumanla taşınan radyoaktif parçacıkların yayılımını arttırdı. Normal kapama işleminde meydana gelen kaza olası acil bir durumda devreye giren soğutma özelliği güvenliğinin planlanmış bir testi sırasında oluştu. Yapılmaya Çalışılan Deney:
Nükleer güç reaktörleri, aktif olarak güç üretmediğinde bile radyoaktif maddelerin bozulma ısısını gidermek için genellikle soğutucu akışı tarafından sağlanan soğutma işlemine ihtiyaç duyar. Basınçlı su reaktörleri, atık ısıyı çıkarmak için yüksek basınçlı su akışını kullanır. Kaza durumundaki bir reaktörün acil olarak durdurulmasından sonra, çekirdek hala başlangıçta tesisin toplam ısı üretiminin yaklaşık olarak % 7’ si kadar ciddi miktarda bir artık ısı üretir. Bu artık ısı soğutucu sistemleri tarafından çıkarılmazsa, ısı çekirdeğin zarar görmesine neden olabilir. Çernobil'de patlayan reaktör, yaklaşık olarak 1600 ayrı yakıt kanalından oluşuyordu ve her operasyonel kanal saatte 28 tonluk (7400 galon) su akışına ihtiyaç duyuyordu. Enerji hatları şebekesinin çökmesi durumunda harici gücün, tesisin soğutucu su pompalarını acilen çalıştırmak için uygun olmayacağı yönünde endişeler vardı. Çernobil reaktörlerinin 3 tane yedek dizel jeneratörü vardı. Her jeneratör 15 saniye içinde devreye girebiliyordu, fakat tam hıza ulaşması ve ana soğutucu su pompalarından bir tanesini çalıştırmak için gerekli olan 5.5 MW ‘lik kapasiteye ulaşması 60-75 saniye alıyordu. Bu bir dakikalık güç aralığının kabul edilemez olduğu düşünülüyordu ve buhar tirbünü rotasyonel enerjisi (ya da açısal momentum)ve artık buhar basıncının (tirbün vanaları kapalı), acil durum dizel jeneratörleri yeterli dönme hızına ve voltaja ulaşana kadar, ana soğutucu su pompalarını çalıştırabilecek elektiriği üretmek için kullanılabileceği öne sürülüyordu. Teorik olarak, analizler, bu artık momentumun ve buhar basıncının, acil durum jeneratörlerinden gelen harici enerjinin başlangıcındaki kesinti ve yeterli tam güce ulaşması arasında köprü olabilecek gücü 45 saniyeliğine sağlayabilecek potansiyele sahip olduğunu gösteriyordu. 

Bu yeterliliğin hala deneysel olarak doğrulanması gerekiyordu ve önceki testler hep başarısızlıkla sonuçlanmıştı. 1982’ de gerçekleştirilen ilk test, tirbün jeneratörünün uyarım voltajının yetersiz kaldığını; türbinin aniden kapanmasından sonra gerekli manyetik alanı devam ettiremediğini, gösterdi. Sistem 1984’ te modifiye edilerek tekrarlandı, fakat sonuç yine başarısız oldu. 1985’ te testler üçüncü sefer yapıldı ve yine olumsuz sonuçlarla bitti. Test prosedürü 1986 da tekrar edilecekti, ve bu testin 4 numaralı reaktörün bakım için kapatılması esnasında yapılması planlandı. Test, reaktörün elektrik kaynaklarının sekanslarını cereyan verme üzerine odaklandı. Test prosedürü, bir acil durum kapatmasıyla başlamış oldu. Reaktörün güvenliği üzerinde zararlı etkisi tahmin edilmiyordu, bu yüzden test programı reaktörün tasarım şefi ya da bilimsel idarecisi ile koordineli olarak yapılmadı. Bunun yerine sadece tesis direktörü tarafından onaylandı. Test parametrelerine göre deneyin başlangıcında reaktörün ısı üretimi 700 MW’ nin altında olmamalıydı. Test koşulları planlandığı gibi olsaydı, test hemen hemen başarıyla gerçekleşebilirdi; nihai felaket, onay verilen test prosedürüne aykırı olarak deney başlar başlamaz reaktör verimini arttırmaya zorlamaktan kaynaklandı. Çernobil santrali, 2 yıl, ilk 60-75 saniye boyunca toplam elektrik gücü kaybını karşılama kapasitesi olmadan çalıştı, ve bu yüzden önemli bir güvenlik özelliğinden yoksundu. İstasyon yöneticileri büyük olasılıkla ilk fırsatta bunu düzeltmek istedi, ki bu ciddi sorunlar meydana geldiğinde bile neden deneye devam ettiklerini ve gerekli izni neden Sovyet nükleer bakım düzenleyicisinden almadıklarını açıklar(üstelik 4 no lu reaktörde bir temsilci bulunmasına rağmen. Deney prosedürünün amaçları: 1- Reaktör 700MW-800MW arasında daha düşük bir güç seviyesinde çalışıyor olacaktı. 2- Buhar tirbünü jeneratörü tam hızıyla çalışıyor olacaktı. 3- Bu koşullar sağlandığında, türbin jeneratörünün buhar desteği kapatılacaktı. 4- Türbin jeneratörü performansının, soğutma pompalarına otomatik olarak güç sağlayan ve çalıştıran acil durum dizel jeneratörleri sıralanana kadar, soğutma pompaları için gerekli köprü gücü sağlayıp sağlayamayacağı belirlenecekti. 5- Acil durum jeneratörleri normal yeterli hıza ve voltaja ulaştıktan sonra, türbin jeneratöre serbest bırakılacaktı
.
Kaza öncesindeki Koşullar: Testin uygulanmasını sağlayan koşullar 25 Nisan 1986 günü gündüz vardiyasından önce oluşturuldu. Gündüz vardiyasındaki işçiler önceden uyarıldı ve bu işçiler oluşturulan prosedürlere aşinaydı. Elektrik mühendislerinden oluşan özel bir ekip yeni voltaj düzenleme sistemini test etmek üzere oradaydı. Planlandığı gibi gündüz vardiyasının işe başlamasıyla 01:06 25 Nisanda güç ünitesinin randımanı kademeleri olarak azaltılmaya başlandı ve güç seviyesi nominal 3200 MW ısı seviyesinin % 50 sine düşürüldü. Bu noktada bir diğer bölgesel güç istasyonu beklenmedik bir şekilde devre dışı kaldı ve Kiev elektrik şebekesi denetçisi akşamları oluşan yoğun elektrik talebini karşılayacak güce ihtiyaç duyulduğu için Çernobil'de daha fazla güç azaltılmasının ertelenmesini talep etti. Çernobil santrali yöneticisi testin ertelenmesini kabul etti. Saat 23:04 te kiev elektrik şebekesi denetçisi reaktörün kapatılma işlemine devam edilmesi için izin verdi. Bu gecikmenin bazı ciddi sonuçları vardı; gündüz vardiyası geçeli çok olmuştu ve akşam vardiyası da çıkmaya hazırlanıyordu, ve gece vardiyası da işin yapılacağı gece yarısına kadar nöbeti devralmayabilirdi. Plana göre test gündüz vardiyasında bitirilmeliydi ve gece vardiyası sadece santralde beklenmedik bir kapanma olursa soğutma sistemlerinin bozulma ısısını devam ettirmekle yükümlüydü. Testi uygulamak ve hazırlanmak için gece vardiyasının zamanı çok kısıtlıydı. Vardiya değişimi sırasında güç seviyesinde % 50 den aşağı ani bir düşüş gerçekleştirildi. Alexander Akimov gece vardiyası şefiydi, ve Lenoid Taptunov kontrol çubuklarının hareketi dahil reaktörün operasyonel idaresinden sorumlu yöneticiydi. Genç bir mühendis olan Taptunov daha önce üç aylığına bağımsız bir yüksek mühendis olarak çalışmıştı. Test planı 4 numaralı reaktörün güç çıkışının kademeli olarak 700 MW-1000MW lik ısı seviyesine düşürülmesini gerektiriyordu.
 Test planında yer alan 700 mw seviyesine 26 Nisan 00:05 te ulaşıldı; ancak çekirdekteki nötron soğurucu ksenon 135 elementinin doğal yapısı yüzünden daha fazla azaltma işlemi yapılmasa bile reaktör gücü azalmaya devam etti. Güç yaklaşık olarak 500MW seviyesine ulaştığı için, Taptunov kasıtsız olarak reaktörü neredeyse kapatma noktasına getiren denetim çubuklarını devreye soktu. Taptunov ve Akimov radyasyon hastalığından öldüğü için ayrıntılı ve gerçek detayların bilinmesi zor. Reaktör gücü hemen hemen bir kapanma seviyesi olan 30 MW lik ya da daha az ısıya düştü, bu, test için güvenli olarak planlanan baştaki minimum güç seviyesinin yaklaşık olarak % 5 idi. Kontrol dairesi personeli, bunun üzerine kontrol çubuklarının büyük bölümünü yukarı çekerek gücü tekrar eski haline getirme kararı aldı. Birkaç dakika, personelin çubukları çekmesi, güç çıkışının artması ve ardından planlanan 700 MW değerinden çok daha düşük bir değer olan 160-200 MW de sabitlenmesi arasında geçti. İlk kapatma sırasındaki ani azaltma ve seviyenin 200 MW'nin daha da altına düşmesi, ksenon 135 elementinin birikmesiyle reaktör çekirdeğindeki zehirlenmenin artmasına yol açtı. Bu, reaktör gücünün yükselmesini kısıtladı ve zehirlenme etkisini yok etmek için ek denetim çubuklarının reaktör çekirdeğinden çıkarılmasını zorunlu hale getirdi. Reaktörün düşük güçte ve yüksek zehirlenme oranında çalışması, dengesiz çekirdek sıcaklığı ile soğutucu akışı ve muhtemelen dengesiz nötron akısı ile birleşti
. Bu noktada çeşitli alarmlar çalmaya başladı. Kontrol odası, su/buhar tamburlarının seviyesiyle ilgili ve besleme suyunun akış hızında değişiklikler ya da farklılıklar olduğuyla ilgili art arda gelen acil durum uyarıları aldı,bunun yanında tahliye vanalarının artan buharı bir türbin kondenserine tahliye etmek için açıldığını belirten ve nötron güç denetçisinden gelen uyarılar vardı. Bu periyotta 00:35 ile 00:45 arasında, termal termal hidrolik parametrelerle ilgili görünüşte reaktör gücünü korumak için dikkate alınmadı. Reaktör acil durum koruma sistemi acil durum sinyalleri, türbin jeneratörlerinin her ikisinin kapanmasına neden olan bir hatayı tetikledi. Bir süre sonra 200 mw lik güç seviyesinde daha çok ya da daha az sabit bir duruma ulaşıldı ve test hazırlıkları devam etti. Test planının bir parçası olarak ilave su pompaları 26 Nisan 00:05'te devreye sokuldu. Reaktör üzerinde artan soğutucu akışı oranı, reaktör çekirdeğinin hava giriş deliği soğutucusu sıcaklığının güvenlik payını azaltan ve suyun kabarcıklı kaynama sıcaklığını daha da yakınlaştıran bir artışa neden oldu. Akış saat 01:09 da izin verilen limiti aştı. Aynı zamanda, ilave su akışı tüm çekirdek sıcaklığını düşürdü ve çekirdekteki buhar boşluğunu azalttı. Ayrıca, su nötronları emdiği için ek su pompalarının devreye sokulması reaktör gücünü azalttı. Bu, operatörlerin güç devamını sağlamak amacıyla manual kontrol çubuklarını daha ileriye çekmek için harekete geçmesine neden oldu. Tüm bu yapılanlar kararsız bir reaktör konfigürasyonu oluşmasını sağladı. İlk olarak reaktörün ani durmasında devreye sokulan, güvenlik çubuklarının değerini sınırlayabilecek kontrol çubukları hemen hemen çıkarılmak üzereydi. Dahası reaktör soğutucusu kaynamayı azaltmıştı, fakat kaynama payını sınırlamıştı, bu yüzden her güç farklılığı su tarafından emilen nötronu azaltarak kaynama üretebilirdi. Reaktör, tasarımcılar tarafından oluşturulan güvenli çalıştırma koşullarının açık bir şekilde dışında olan kararsız bir konfigürasyondaydı.
Kazanın Etkiler:
ingiltere'nin Galler bölgesinde kazadan iki hafta sonra saptanan yüksek radyoaktivite nedeniyle yeşil alanlara koyun ve sığırların girişi engellenmiştir.
Araştırmalarda ilk yıl doz açısından en fazla radyoaktiviteye maruz kalan Avrupa ülkesi Bulgaristan olarak belirlenmiştir. Sıralama açısından ise şemada yer alan ülkeler doz sırasına göre şu şekilde sıralanmıştır:[1]
Birleşmiş Milletler'e bağlı kuruluşlar olan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, Uluslararası Sağlık Örgütü, Dünya Bankası gibi kurumların ve Rusya, Beyaz Rusya ve Ukrayna yetkililerinin oluşturduğu bir organizasyon olan Çernobil Forumu 2005 yılında “Chernobyl’s Legacy: Health, Environmental and Socio-Economic Impacts” (Çernobil’in Mirası: Sosyo-ekonomik, Çevresel ve Sağlık Bakımından Etkileri) başlıklı bir rapor yayınlamıştır.
En yüksek radyasyon dozlarına, sayıları bini bulan acil durum çalışanları ve Çernobil personeli maruz kaldı. Çalışanların bazıları için maruz kaldıkları dozlar öldürücü oldu. Zaman içinde Çernobil’de çalışan kurtarma personelinin sayısı 600 bini buldu. Bunların bazıları, çalışmaları boyunca yüksek düzeyli radyasyona maruz kaldılar. Çöken radyoaktif iyodinden kaynaklanan çocukluk tiroid kanseri, kazanın en önemli sağlık sorunlarından birisidir. Kazadan sonraki ilk aylarda, radyoaktif iyodin düzeyi yüksek sütlerden içen çocuklar yüksek radyasyon dozları aldılar. 2002 yılına kadar bu grup içinde 4000’den fazla tiroid kanseri teşhis edildi. Bu tiroid kanserlerinin büyük bölümünün radyoiyodin alımından kaynaklanmış olması çok muhtemeldir.
Bağımsız kaynaklar yüzlerce yıl boyunca Pripyat ve komşu bölgelerde yerleşimin güvenli olmadığını söylemektedirler. Ayrıca bölgeye giriş çıkışlar hala polis kontrolünde olup bazı bölgelere giriş yapılamamaktadır.

Hitler'in Atlantisi

                                          Hitler'in Atlantisi 

Naziler, süper ırkların köklerini aramak için Grönland Adası’ndan Etyopya’ya kadar arkeolojik araştırma ekipleri gönderdiler. Bu konuda en son vardıkları nokta, kayıp Atlantis’i bulup ortaya çıkarmaktı…Müttefikler 1945 yılında Heinrich Himmler’in özel kütüphanesini ele geçirdiklerinde, gizli bir kitap koleksiyonu ile karşılaştılar. Bunların arasında Ernst Höbiger’in The World Ice History (Dünya Bu­zul Tarihi) adlı kitabın bir kopyası da bulunuyordu. Kitapta yazar, uzaydan gelen süper ırkın eski At­lantis adasına yerleştiğini iddia edi­yordu. Höbiger’e göre, bu süper ırk burada çok ileri bir uygarlık kurdu. Bu uygarlık buzul tabakalarının iler­lemesiyle yer değiştirdi ve dünyanın çeşitli yerlerine dağıldı. Yunanlılar’a ve Mısırlılar’a uygarlığı öğreten de onlardı.

 Himmler bütün bunlara inanmakla kalmadı, Atlantisliler’in torunlarının en mükemmel bireylerinin Alman­ya’da yaşadıklarına da kesin gözüyle bakmaya başladı. Diğerleri ise dün­yanın çeşitli yerlerine yayılmışlardı.
Onun görüşüne göre, bunlar süper insanlar olan Ariler’di. Nazi devleti­nin içinde en korkulan organizasyon olan SS’leri yaratırken, Himmler’in hayal dünyasını besleyen bu düşün­celerdi.
Himmler’in gurusu Hıristiyanlık öncesi zamanlara bir bağ oluşturu­yordu…


Himmler’in kütüphanesindeki di­ğer kitapların arasında Hörbiger’in kitabını bir kenara bırakmak kolay olabilir, ama bu teorilerin doğru ol­duğunu kanıtlamak için yaptıklarına bakınca hayli şaşırtıcı olduğu görü­lüyor. Öyle ki, bu muhtemelen da­ğılmış ana ırkın ve Atlantis’in ırksal ve arkeolojik kalıntılarını bulmak üzere İzlanda, Grönland, Orta Ame­rika, hatta Tibet’e kadar keşif heyet­leri gönderildi.
Himmler’in bu konulardaki guru­su, Herbert Willigut adındaki bir Avusturyalı’ydı. 80’lerin sonlarında Himmler’in eski yardımcısı Karl Wolff onun hakkında, “Avusturya ordusunda albaydı. Bizden (SS) Weisthor takma adını aldı… Thor büyük Alman tanrısıydı. Weis ise, akıllı insanların ailesinden geldiği anlamına geliyordu. Ve o eski Hıristiyanlık öncesi inançları tekrardan canlandır­maktan sorumluydu. Yaşamının misyonunu, bilgi ve tecrübelerini, bin yıllık Almanya hükümetinin ge­lecekteki koruyucusu ve seçilmiş ki­şileri olacak SS’e geçmek olarak gördü.” diyordu.
Willgut ya da Weisthor’a 1933 ve 1939 yılları arasında SS içindeki ta­rih öncesi araştırmada resmi bir gö­rev verildi. Böyle bir pozisyonun ne­deni Willigut’un, tarihöncesi zaman­lara dayanan Alman filozoflarının soyundan gelenlerin sonuncusu ol­duğunu iddia etmesiydi. Ayrıca, bin­lerce yıl önce soyunun yaşadıklarını ve tarihini hatırlamasına yarayan üs­tün bir hafızaya sahip olduğunu öne sürüyordu. SS’in Wolff gibi en tepe­deki üyeleri için Willigut, Alman ayinleri bile düzenliyordu. Wolff’un oğlu Willigut’un SS için bulduğu es­ki bir Alman ritüeli ile Willigut tara­fından vaftiz edilmişti.
Wolff, onun için şöyle diyor:  “Po­zisyonu nedeniyle her türlü entrika ve kıskançlığa karşı Himmler’in koruduğu ve savunduğu ilginç bir in­sandı. Weisthor bizimle gelir, bana ve Himmler’e Almanlar’ın önceden bilinmeyen kutsal yerlerini gösterir; bunları, sembollerle ve eski Germen alfabesi ile birlikte açıklardı.”
 Kıdemli Naziler arasındaki statüsü buydu. Willigut’a, SS’in kıdemli ve evli üyelerinin taktığı gümüş “Toten Kopf” yüzüğünün yapım işi veril­mişti. Yüzüğün dış kısmında 4 adet özel anlamı olan sembolik Germen harfi, ortada ise ünlü kuru kafa vardı. Karl Wolff şöyle diyor: “Gücü dev­ralmadan bir yıl önce, 1932 yılında en kıdemli ve güvendiği SS subayları olan bize, SS’in dışında, sadece bir koruma ekibi değil, aynı zamanda bir şövalye örgütü yaratmak istediğini söylemişti,”
Sadece bir şey eksikti. Bu yeni aristokrasinin bir kalesi olmak zorun­daydı. Bu nedenle Wolff, Willigut ve Himmler, Almanya’da Naziler’in ba­şa geçtiği yıl olan 1933 yılında bir kale bulmak için yola çıktılar. Willi­gut’un olduğu varsayılan eski bilgile­ri sayesinde, aynı yıl Himmler Wewelsburg Ortaçağ kalesini buldu.
Willigut’a göre, buraya doğaüstü ve uğurlu gücünü veren belirgin üç­gen şekliydi. Bu kale ayrıca, Alman­ya’nın kalbinde, Externsteine’den (Orta Almanya’da Stonehenge’in eşi sayılan yer) çok uzak olmayan bir yerdeydi. Himmler’in SS asaleti ile ilgili fantazilerinin kökleri Naziler’in “kan ve toprak’’ idealine dayanıyor­du. Buna göre Almanlar, ayaklarının altındaki toprağa tarih ve ırk yoluyla bağlıydılar. Yeni bir soylu Alman ır­kı yaratmak için, Himmler’in onlara bir de tarih yaratması gerekiyordu.


 Himmler’in arkeolojiye müthiş bir hayranlığı vardı. Genelde kameralara karşı utangaç olmasına rağmen, Almanya’nın çeşitli yerlerinde yapılan arkeolojik kazılarda çekilmiş sayısız fotoğraf, hatta filmlerine rastlamak mümkün. 1935 yılında bu takıntı, Ahnenerbe’nin (geçmişe ait miras) yaratılmasıyla kendini gösterdi. 1930’ların sonlarında, Ahnenerbe  dünya üzerindeki Alman arkeolojik seferlerine fon yaratılması için tek kaynaktı.
1934 yılında Gabriel Winkler, Berlin’de Willigut’un asistanı olarak çalıştığı sıralarda, sıradışı bir kitapla karşılaştı. 28 yaşındaki Otto Rahn tarafından yazılmış olan bu kitap, The Crusade Against the Grail (Son Yemek’te Hazreti İsa’nın kullandığı farzolunan kaseye karşı düzenlenen se­fer) adını taşıyordu. Oldukça kalın olan bu kitap, Ortaçağ’da eski Alman inanışlarına sahip Alman şövalyele­rinden söz ediyordu. Bunlar aynı za­manda Güney Fransa’da, Pireneler’deki şatolarında bulunan Kutsal Kase’nin de koruyucularıydı.
Kitabı nedeniyle Rahn, Berlin’e çağırıldı ve Himmler’in en içteki grubunun bir parçası oldu. SS’in içindeyken Rahn, Kutsal Kase ile il­gili araştırmalarına devam etti. An­cak onu bulup Almanya’ya getirmesi için yolculuğa çıkmadı.
Bununla birlikte, Otto Rahn başka gezilere gitti; en önemlilerinden biri de Kuzey Kutbu’na yaptığı yolculuk­tu. Edmund Kiss (üzerine on emrin yazılı olduğu taş tabletlerin korundu­ğu sandığı aramak için daha önce Etyopya’ya gitmişti) ile birlikte buz kütlelerinin hareketlerine ve arkeolo­jik kanıtlara bakmak için İzlanda ve Grönland Adası’na gittiler. Atlantis ve ilk Ariler’i bulmak için çabaladı­lar, ancak hiçbir şey bulamadılar.
Himmler’e 1938 yılında Ernst Schafer adında genç bir adamın Ti­bet’e keşfe gideceği bildirildiğinde, hemen onunla temasa geçti. Himmler, ona yardım etmek için İngiliz Dı­şişleri Bakanı ile görüştü ve Tibet’e geçmeleri için izin sağlandı. Himmler’in başkana yazdığı teşekkür mek­tubu, Kew’deki kayıt ofisinde hala duruyor.

Tibet’e Nazi çıkartması ve aldatılan bilim:

Nepal’de eski bir Hindu tapınağındaki gamalı haç işareti.  Gamalı haç işaretinin kolları saat yönünde ya da saat yönünün tersinde olabiliyor. Bu işarete pek çok eski Hindu, Budist ve Orta Amerika tapınaklarında rastlanıyor.


Ernst Schafer (ortada) Tibet’e bir SS gezisi düzenledi. Himmler, ona Buzul Çağı’nın dağılmış Ariler’ini bulmasını emretmişti. Savaş sonrası, Schafer, Ari araştırmalarındaki rolünü inkar etti ve antropolog Bruno Beger’in (soldan ikinci) bu konuyu araştırması için götürüldüğünü söyledi.
Savaşın sonunda Amerikalılar’ın yürüttüğü sorgulamada, Schafer, Himmler’in kendisinden Buzul Çağı’nın muhtemelen dağılmış Ariler’inin kalıntılarını araştırmaya gitmesini istediğini belirtti. Ancak Schafer daha çok vahşi yaşamla ilgi­leniyordu. Yanına Tibetliler’in ırksal fizyolojilerini araştırmak için bir ant­ropolog olan Bruno Beger adında bir genci de almıştı, Bütün ekip SS üye­lerinden oluşuyordu. Onların bu şaşırtıcı gezisi sırasında çekilen filmde, arkasındaki kazıktan gamalı haç sarkarken dağlara tırmanan bir katırın gösterildiği bölüm gibi değişik sahneler de vardı. Bundan sonraki bir sahne, Beger’i kıkır kıkır gülen ve dokunduğunda kıpır kıpır kıpırdanan Tibetli bir kızı ölçerken gösteriyordu. Ekibin diğer elemanları ise bu manzara karşısında kendilerini gülmekten alamıyorlardı. Sonra Beger, bir bitkinin sütlü özsuyunu çıkararak oradaki adamlardan birinin yüzüne sürüyor­du. Adamın yüzünün korkunç bir maske görünümü alması üzerine çocuklardan biri çığlık atmaya başlıyor­du. Bu yüzlerin sonradan çoğaltılan kopyaları, şu anda Beger’in Frankfurt yakınlarındaki evinin vitrininde bulunuyor.


1939 yılında Schafer bu gezisinden Almanya’ya döndüğünde, Nazi siya­setinde işler ciddiye binmeye başlıyordu ve bunun yansımaları, Ahnenerbe içinde görülüyordu. Willigut, içkiye düşkünlüğü ve giderek çılgın­laşan fikirleri ile utanç kaynağı olmaya başlamıştı. Gabriel Winkler’in ço­cuklarının annesi olmasını bile iste­mişti. Willigut’un sonu 1939 yılında, Karl Wolff Avusturya’ya karısını zi­yarete gittiğinde geldi. O belki de, gi­derek garipleşen davranışlarına bir ışık tutabilirdi. Gerçekten de öyle olabilirdi. 1924 yılında kendisine şi­zofreni teşhisi konduğu ve Himmler’le tanışmadan birkaç yıl önce 1927 yılında akıl hastanesinden yeni çıktığı anlaşıldı.
Sonunda, Himmler’in onu emekli­ye ayırmaktan başka çaresi kalmadı. Gittiği yerde birkaç yıl sonra ölene kadar iyi bakıldı. Otto Rahn’ın sonu daha da kötü oldu. Himmler’e Rahn’ın homoseksüel ilişkileri oldu­ğu söylendi. Homoseksüellik, Nazi Almanyası’nda toplama kampına sadece gidiş bileti ile cezalandırılan bir suçtu. Himmler, ona bu gerçeği, Dachau’da çalışmaya yollayarak ha­tırlattı. Daha sonra da Rahn’ın Himmler’e adını temize çıkarmasını yazmasına rağmen, Himmler “seni artık koruyamam” cevabını verdi. SS tarafından onurlu sayılan bir davranışla, Rahn 1939 kışında karlı bir dağ eteğinde intihar etti.
Savaş çıktığı zaman, Ahnenerbe çok farklı bir organizasyon haline geldi, Garip huyları ve sabit fikirleri olanlar azaldı: görevi ciddi arkeolog­lar devraldı. İşin garip yanı, araştır­macılar politik baskıdan uzak, en ra­hat SS içinde işlerine devam edebili­yorlardı. Bu, arkeolojinin politik anlamda kullanılmadığı anlamına gel­miyor. Polonya ve Rusya’da bulunan tarih öncesi çanak çömleklerin Alman kökenli olduğunun söylenmesi bir rastlantı değil. Üstlerinde gamalı haç bulunan eski kapların arkeolojik ka­zılarını gösteren filmler yayınlandı. Bu, Almanlar’ın doğudaki eski yurtlarına dönmelerinin, onların kaderi ve hakları olduğu yönündeki argü­manlarına kaynaklık etti.

Savaşın sonunda Ahnenerbe arkeologlarının çoğu, en üst düzeydekiler bile, kariyerlerine devam ettiler ve Almanya çapında önemli profesörler oldular.
1920’lerde Himmler’in hayal dünyasına ilham veren fikirler şimdilerde yine moda oldu. Atlantis’ten söz eden her kitap anında listelerde yük­seliyor ve bunların çoğu, bu mistik yerin, Mısırlılar’dan Mayalar’a kadar dünya üzerinde bölün eski uygarlıkların kaynağı olduğunu iddia ediyor.
Irksal unsur söz konusu olmasa da, dayanak noktası aynı; Mısırlılar ve Orta Amerikalılar kendi başlarına uygarlığı geliştirmiş olamazlar, başka yerlerden gelen süper insanlardan bir şekilde yardım almış olmalılar. İşte Himmler’in fikirlerinin benzerleri…

Cadı Avı

                                                                CADI AVI - 
Tarihte ilk olarak eski Roma'da karşımıza çıkan cadıları Ortaçağ boyunca ve yakın tarihe kadar . Avrupa'nın her ülkesinde ve yakın bir döneme kadar da Güney Afrika'da bulmak mümkün. 430′lu yıllarda büyü, iyi veya kötü bir özellik taşıyıp taşımamasına bakılmaksızın şeytanla yapılmış bir anlaşmanın sonucu olarak kabul edildi; oysa eski Roma'da sadece kötü büyüler bir yargı suçu sayılıyordu. Büyünün suç sayılmaya başlaması ile cadı avcılığının temelleri de atılmış oluyordu. Teolog B. von Worms (965-1025) cadıların şeytanla işbirliğine girdiğini ve Hıristiyanlığa karşı savaşan kafirler olduğunu açıkladı. Bu, özel olarak kadınları ifade etmemesine rağmen kadınların maruz kaldıkları bir suçlamaydı. Yasal olarak ilk cadı yargılanması 1204 yıllında gerçekleşti.


 1080 yılında Papa Gregor VII yaşanan büyük bir doğa felaketinin ardından yaptığı açıklamada bu olayın tanrının bir cezası olduğunu, ölmüş olan suçsuz kurbanların intikamı sonucu geliştiğini ve sadece bu öfkenin giderek artacağını ifade etmesinden sonra 1115 yıllında otuz kadın aynı günde yakılmıştır. 1585 yılında Trier'de o kadar çok kadın cadılık suçlaması ile yakılmıştı ki, iki köyde sadece iki kadın kalabildi. 1630 yılında ise Würzburg Bischof'u 1200 kadın ve erkeğin yakılmasına neden oldu. Toplu halde cadıların yakılması veya linç edilmesi olaylarının benzerlerini tarihte sıkça görmek mümkündür. Bu sayı bazen bir kaç ay içinde 250′den fazla kurbanı kapsamaktaydı. Bazı tek olaylarda sayı 500′ü bile buluyordu.
Bu dönemde cadı olarak yakılan, tarihe geçen ünlü kadınlardan Jeand'Arc kendi geleceğini saplamak isteyen diğer kadınların kaderini paylaşacak ve cadılık suçlaması ile 1430 yılında 30 yaşında iken yakılacaktı, tıpkı Agner Bernauer gibi.


Kadın figürü Hıristiyanlık'ta şeytanın pek çok özelliğini içinde taşır, aynı özellikleri İslam ve Hinduzim'de de görmek mümkündür. Ayrıca cinsler arasındaki ayrım nedeni ile de kadınlar belirgin olarak cadılık suçlaması ile karşılanıyorlar. Cadı olarak yargılanan kadınların büyük bir kısmı yaşlı, dul kadınlardır. Yaşlı kadınlar erkek kontrolü altında yaşama dönemlerini geçirmiş, rahat hareket eden kadınlardı. Dul kadınları ise denetleyecek erkekler yoktu. Bu kadınlar ebelik, çocuk ve hasta bakımı ile ilgileniyorlardı. Bu nedenle diğer kadınlar üzerinde belli etki kazanıyorlardı. Bütün bu özellikleri onları yeterince tehlikeli bir duruma getirmeye yetiyordu. 15. yüzyılda Papa cadıların gece uçtuğunu söylediği için, gece sokakta yalnız yürüyen yaşlı kadınlar şeytanın toplantısına gitmekle suçlanabiliniyordu. Kadınların süpürge ile uçtukları iddia edilen bu yıllarda Leonardo de Vinci ilk uçak modelini çiziyor ama uçma denemesi başarısızlıkla sonuçlanıyordu.
14. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa'da cadı sözcüğünün anlamı epeyce değişti. O sırada Avrupa, nüfusunun dörtte birinin ölümüne neden olan korkunç kara ölümün (Veba) sarsıntısı içindeydi; kutsal kitapta (Tevrat-İncil) sözü edilen kıyamet gününün yaklaştığı kanısındaydı.
Yoksullar kilise ve soyluların baskısından kurtularak, Hıristiyanlıkla ile daha eski gelenekleri kaynaştıracak yeni topluluklar oluşturmaya çalışıyorlardı. Devletlerin ve kiliselerin bu olaylara karşı tepkisi acımasız oldu. Kendilerine karşı gelen ya da farklı düşünenleri - kafir- yakalayarak işkence ile öldürdüler. Cadılar tüm kafirlerle birlikte kilisenin baş düşmanları ilan edildiler. Bunları ortadan kaldırmak için, Engizisyon adı verilen kiliseye bağlı mahkemeler kuruldu. Dönemin din adamları cadıların işledikleri ileri sürülen suçları içeren korkunç bir liste hazırladılar. Bu listede cadıların, şeytanla iş birliği yaparak ruhlarını satmakla doğaüstü güçler kazandıkları; şeytanın törenlerine katılmak için geceleri süpürgelerine binip uçtukları, hayvanlarla ilişki gerçekleştirdiği; Cumartesi günleri yemekli toplantılar düzenledikleri, çocukları şeytanın buyruğu ile çiğ çiğ yedikleri gibi akıl almaz suçlamalar yer alıyordu. Kiliselerde cadı ve kafirlere karşı toplantıların yapıldığı bu dönemde Yahudilere karşı da aynı amaçla toplantılar yapılıyordu. Cadıların Cumartesileri -Yahudilerin kutsal gününde- yaptıkları iddia edilen toplantıları, onların su kuyularını Yahudilerle birlikte cüzzam virüsü ile zehirledikleri iddiaları, Yahudi ve cadı adının birlikte anılmasını, Yahudi düşmanlığının kökenini de göstermektedir.


Roma Katolik Kilisesi cadılık ve onların cezalandırılması fikrini sömürgecilikle birlikte dünyanın geniş bir bölgesine kendisi ile birlikte götürdü. 17. yüzyıldada Ingiltere'de Oliver Crowell, Matthew Hopkins adında bir generali cadıları yakmakla görevlendirdi. Cadı avcılığı 18. yüzyılın ortalarına kadar İskoçya'da sürdü. ABD'de 1692′de Massachussetts eyaletindeki Salem'de birçok kişi cadılıkla suçlanarak yargılandı ve asıldı. 1996 yılında Güney Afrika'da 300 insan cadılık suçlamasıyla yerel mahkemelerde yargılanıp öldürüldü; Nelson Mandela buradan kaçan insanlar için Pietersburg'da mülteci kampı oluşturdu. Batı Afrika ülkelerinde meydana gelen tetanos salgını üzerine çocuk ölümlerinin yükselmesinden sonra hükümet radyodan yaptığı açıklamada ölümlerden cadıları sorumlu tuttu, ardından pek çok yaşlı kadın cadılık suçlaması ile öldürüldü.
Fransız devrimcisi J. Michhelt (1789- 1874) cadıları halkın doktorları olarak niteliyor ve onların feodalizmin bir kurbanı olduğunu belirtiyordu. Etnolog Malinowski cadıların yakılması olayının toplumların kriz dönemlerinin bir sonucu olduğunu belirtiyor.

Türk Savaş Uçaklarının Ufo İle Karşılaşması

01 Ekim 2006'de Diyarbakır'dan dönmekte olan Eskişehir 1. Ana Jet Hava Üssüne bağlı Binbaşı Hakan Erten komutasındaki 4 adet Fantom tipi askeri jetlerimiz havada bir UFO ile karşı karşıya geldiler.

Olay,Cumartesi'yi Pazar'a bağlayan gece saat 01:00 / 01:30 sularında meydana geldi. Diyarbakır'dan dönmekte olan 4 uçaktan oluşan Fantom filosu, uçaklarının radarlarında tanımlanamayan bir cisim tespit ettiler ve filoya komutalık eden Binbaşı Hakan Erten'in talimatıyla 4 Fantom'da bu garip cismi tespit etmek için cisme doğru yönelirler. Işıklı cisme yaklaştıklarında cismin oval biçimli otobüs büyüklüğünde ve çok parlak ışıklar saçan bir cisim olduğunu gözlemlediklerini belirten Binbaşı Hakan Erten, UFO'nun bir sure Fantomlarımızla yan yana uçtuğunu, daha sonra ise inanılmaz bir süratle, birkaç saniyede ufukta gözden kaybolduğunu belirtmiştir. Cismin kanadı, kuyruğu, motoru..vs yoktur ve hiçbir ses çıkartmadan, çok parlak ışıklar saçarak uçan bu cisim dünyada hiçbir aracın yapamayacağı olağanüstü bir hızla hareket ederek gözden kaybolmuştur.

Başta Pilot Binbaşı Hakan Erten olmak üzere, 4 Fantom savaş uçağı pilotlarımız tarafından gözlemlenen ve yaşanan bu olayda karşılaşılan cismin gerek yapısı, gerek manevraları ve gerek tüm karakteristik özellikleri; meteor, uydu, uçak, helikopter, hava balonu ya da Venüs gibi her hangi bir kategoriyle uygunluk göstermediği çok açıktır. Cismin özellikleri bunun kesinlikle atmosferik ya da doğal bir fenomen olmadığını da açıkça göstermektedir. Ayrıca, aynı gece ve aynı saatlerde (01 Ekim 01:00/ 01:30) tanımlanamayan cisim gördüklerini söyleyen Türkiye'nin değişik bölgelerinden yüzlerce vatandaşımız, gerek Araştırma Merkezimizi gerekse basınımızı arayarak benzer ifadelerle gözlemlerini ihbar etmişlerdir.

27 Ocak 2016 Çarşamba

SAMSUNG s22d300h MONİTÖR İNCELEMESİ


                      SAMSUNG s22d300h


Dokuz yıl boyunca kullandığım Asus marka monitörün artık bir takım sorunlar çıkartması ve teknoloji olarak geri kalmasından dolayı monitörümü değiştirme kararı aldım.
İnternetten araştırma yaptım ancak yeterli gelmeyim en yakın teknoloji mağazasında soluğu aldım.
Mağaza içerisinde yaklaşık olarak 30 dakika boyunca cihazların karşılaştırmasını yaptım en çok gözüme çarpan 21.5" inç boyutunda Full Hd özelliklere sahip Samsung monitör oldu.
500 Tl limit koyduğum için çok fazla hoşuma giden çeşit yoktu bende Samsung monitörü almaya karar verdim

Ürünün Fiyatı 438 Tl  (27.1.2016)



Ürüne zarar gelmemesi için çok güzel bir şekilde kutulamışlar







Kutunun içerisinden Güç kablosu ve Adaptör. Hediye olarak VGA kablosu Monitör ayağı ve tutacağı çıkıyor. Hdmi özelliği olan monitörde neden vga verilir anlamış değilim.


Cihazın arka kısmı dalgalı tırtıklı desenli ve çok hoş görünüyor. 1 Adet güç girişi,Hdmi,Vga bulunuyor






Yıllarca kullandığım monitörüm ile karşılaştırma yaparsak dağlar kadar fark var.


Cihazın teknik özelliklerine gelirsek:

Ekran Çözünürlüğü : 1920x1080p Full HD

Parlaklık :200 cd/m2

Renk Sayısı : 16.7M

İzleme Açısı : 90/65

Normal Konstrast Oranı 600:1

Led Monitör : EVET

Monitör Bağlantıları : 1x VGA - 1x HDMİ

Bu ürünü almamın ve sizlere tavsiye etmemin en büyük sebebi Titreşimsiz görüntü özelliği olmasıdır
Göz sağlığınızı koruması ve kaliteli görüntü sağladığı için düşünmeden alınabilinecek bir ürün



Ek olarak oyun severler için oyun moduna hızlı geçiş tuşu bulunuyor bu sayede kolaylıkla oyun moduna geçiş sağlamanıza olanak tanıyor.

Ön panelin alt kısmında yer alan tuş simgeleri tamamen dokunmatik




Magic Upscale özelliği resim kalitenizi daha iyi bir görüntü alabileceğiniz seviyeye yükseltir.
Orjinal resim kalitesi ne olursa olsun gelişmiş görüntü kalitesinin keyfine varın.




Güç tüketimine önem verenler için  %50 ve %20 güç tasarrufu modları vardır.












Apollo 20 Uzay Görevi

                                                      APOLLO 20 

Uzun zamandır ay ve uzay görevleri hakkında detaylı bilgi edinmek için detaylı araştırmalar yapıyorum. Kafamı karıştıran ve bilinmeyenlerle dolu olan apollo görevleri ve ay yüzeyinde yaşayan gizemli canlıları hakkında bilgiler arıyorum.

Gizemli Nasa'nın elinde bulunan gizli bilgileri ve fotoğrafları  bir çok bilim adamı ve astronotlar  dünya kamuoyuna sunmuşmuş ve doğrulamıştır
Ağustos 1967'de Lunar Orbiter-5 Ay'ın Mars Humorum bölgesinde Vitallo  kraterinin içinden yukarı doğru uzayan bölgede kazılmakta olan toprakları püskürten bir mekanik maden makinesi fotoğraflanmıştır.



Ocak 1969'da Apollo 5  Ayın arka yüzünün fotoğraflarını çekmiştir fotoğraflarda  maden makinelerinin çalıştığı arazi ve  kenar yapısı düzleştirilmiş bir krater bulunuyordu.

Aynı kraterin karşı kısmında  farklı devasa makineler göze çarpmaktaydı. Bu devasa makinelerin tahminen  1600 m boyunda  68 m genişliğindeydiler.
Yapılan Ay misyonlarında sayısız Ufo'lar  mekanik araçlar görüntülenmiş ve yüzey üzerinde binalar sıra dışı mühendislik ile tasarlanmıştır.
Halktan büyük bir özenle gizlense de dünya dışı canlılara ait bir çok fotoğraflar ve videolar elde edilmiştir.
Astronot George H.Leonard Yazmış olduğu kitabında (Someboydy Else İs On The Moon)  isimli kitabında Nasa'nın ay'da bulunan yabancı canlılar hakkındaki bilgileri dünyadan gizlediğini açıklamıştır.
Leonard'a göre,milyarlarca dolar harcanarak gerçekleştirilen Ay'a gidiş programlarının asıl amacı ne uzay yarışını kazanmak ne de araştırmalar yapmaktı.
Amerika ve Sovyetler birliği kendi aralarındaki gizli bir iş birliği ile,bu yabancıların ay'da ne yaptıklarını öğrenmek için var güçleriyle çalışıyorlardı.



Nasa'nın Ay'a gitmekte bir görünür birde görünmez gizli bir maksadı olduğunu bildiren NASA'nın eski direktörlerinden James Fletcher, konuyla ilgili olarak şu şekilde konuşmuştur.
"Her NASA projesinin ardında Dünya dışı Zekanın kesinliğinin araştırılması bulunmaktadır"

İşte NASA'nın  Ay'la ilgili yapmış olduğu önemli ve çok gizli projelerinden biriside Rus-Amerikan ortak çalışması olan Apollo 20 misyonudur.Bu projenin amacı Apollo 11 ve sonrasında Apollo 19'a kadar olan tüm misyonların  Ay yüzeyindeki Izak D,Delporte krater güneybatısında bulunan devasa büyüklükteki bir uzay aracının enkazının bulunması ve incelenmesiydi.

16 Ağustos 1976 Tarihinde tüm dünyada saklanarak,Apollo 20 misyonu iptal edildi denilerek tüm dünyadan gizlenen ve çok bir gizli şekilde yürütülen bu projede,USA, Leona Snyder, ( Eski Bell Laboratuarından CSP),Alexei Leonov (Soyyetler kozmonotu) ve eski "Apollo-Soyouz" Astronotlarından William Rutledge ( Eski Bell Laboratuarından CDR) Görev almıştır.

Apollo 20 Misyonu, Apollo 11 ve özellikle Apollo 15 misyonlarındaki görüntülerde çok daha net bir biçimde görüntülenmiş olan puro biçimli devasa bir cisimin enkazına ulaşması biçiminde gerçekleştirildi.



Görüntülerde Izsak D, Delporte kraterinin güneybatısında puro biçimli, ucu hafifçe sivri bir sıra dışı bir nesne bir tür tünelden yukarı doğru çıkarmışçasına hafifçe eğimli bir halde görülüyordu

Bu sıra dışı nesnenin konumu : Izsak D. Delporte kraterinin güneybatı kısmında Enlem 10- Boylam 117.5  doğudu. Ay'ın karalın kısmında yer almaktır. Cisimle ilgili detaylı bilgiler ve görüntüler NASA ve gezegen bilimleri araştırma enstitüsünün (LPI, Houston) web sitesinde mevcuttur.

http://translate.google.com/translate?act=url&depth=1&hl=tr&ie=UTF8&prev=_t&rurl=translate.google.com.tr&sl=en&tl=tr&u=http://www.lpi.usra.edu/resources/apollo/frame/%3FAS15-P-9625

http://translate.google.com/translate?act=url&depth=1&hl=tr&ie=UTF8&prev=_t&rurl=translate.google.com.tr&sl=en&tl=tr&u=http://www.lpi.usra.edu/resources/apollo/frame/%3FAS15-P-9630

Astronotlar kendilerine verilen bilgiler doğrultusunda Ay'A inip cismin bulunduğu noktaya  ulaşmışlar ve gördükleri manzara karışında hem çok korkmuş hem de şaşkınlıklarını gizleyememişlerdir. Çünkü karşılarına devasa büyüklükte  ve yükseklikte puro biçimli bir ana gemi ile üçgenimsi bir uzay aracı enkazı ve hemen araca yakın bir bölgenin az ilerisinde koca bir şehir kalıntısı yer almaktaydı


Karşılarında duran tahmini hesaplara ve yıpranma paylarına bakılarak en az 1.5 milyar yıllık bir geçmişe sahip gibi görünüyordu. Devasa aracın içine giren astronotlar ilginç bir çok şeyle karşılarştılar.
 William Rutledge aracın sadece kokpit kısmına girebildiklerini ve orada gördüklerini şöyle anlatıyor:

"Aracın içine girdiğimiz de ağır bir koku hakimdi. Rutubetli bir hava. Aracın motor kısmını yosun benzeri garip bir bitki örtüsü kaplamıştı. Etrafta tüpler içinde sarımsı bir takım sıvılar bulunan üçgenimsi taşlar bulunuyordu. Ayrıca bazı tüplerin için de küçük boyları 10 cm'i bulan organımsı nesneler göze çarpmaktaydı. Etrafımızda tüplerden oluşan bir ağ dışında  bir tür kaligrafiyle yazılmış bir çok yazı bulunmaktaydı. Çevrede bulunan bazı güneş sistemi motifleri aracın çok uzak bir galaksiden geldiğini gösterir gibiydi. Tahminimizce bu ana gemi bir tür devasa laboratuardı"

Ama astronotları asıl şaşırtan şey iki adet insanımsı, Japonları anımsatan dünya dışı varlığa ait bedenlerdi.Bulunan bedenlerden birisi oldukça parçalanmış, diğeri ise jelimsi bir tabaka ile kaplanmış, bir şekilde mumyalanmış ve bütün halindeydi Varlığın bedeni gayet iyi korunmuş bir halde sapa sağlam karşılarında durmaktaydı.


Aracın içinde görüntüler alıp kısa bir inceleme yapan astronotlar yanlarında yeterli tıbbi teçhizatları olmadığından ele geçen 1.65 boyundaki varlıkları inceleyemeden yanlarına alrak dünyaya getirmişlerdir.

Ele geçen mumyalanmış haldeki, hiç bozulmamış dişi varlığa astronotlarca "Mona Lisa" kod ismi verilmiştir.
Mona Lisa'nın fiziksel özellikleri şöyledir:

- İnsanımsı bir varlık
- Cinsiyeti kadın
- 1.65 cm boyunda
- Siyah saçlı
- 6 Parmaklı
- 65-68 Kilo civarında
- Çekik gözlü
- Genital bölgesi ve göğüsleri mevcut
- Renkli dövmeleri mevcut

Varlık araç içide bulunduğunda elleri ayakları düzgün bir biçimde yanına hizalanmış. Göz kapakları ve dudakları bir kablo benzeri malzeme ile sabitlenmişti. Başı kayış benzeri bir malzeme ile bağlanmıştı bulunduğu yere. Cildi jelimsi bir madde ile kaplanmış ve adeta dondurulmuştu ve oldukça mükemmel bir şekilde korunmuştu onca uzun yıllar rağmen. Varlık adeta donmuş ve3 ölmemiş gibi sağlam ve diri gözüküyordu.Ağız ve burun bir tür sıvı ile doldurulmuş ve tıkanmıştır

Ele geçen diğer parçalanmış varlık ise biraz daha farklı özelliklere sahipti. Oda Mona Lise gibi sabitlenmiş ancak çokça parçalanmıştı.
Ten rengi mavi ve gri tonlarında pastel bir renge sahipti. Vücudunda yazı yada dövme bulunmamaktaydı. Üzerinde ince bir kıyafet kalıntısı görülmekteydi. Gözleri yukarıya doğru çekikti. Onunda başının etrafında bir tür kayış benzeri nesne mevcuttu.